Öğretmen hakkında bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı bundan böyle de çok şey söylenecek, söylenmeli de. Sizinle paylaşmak istediğim, doğrusu çok etkilendiğim ilginç bir hayat hikâyesi, bir öğretmen, bir ideal öğretmen.
Bu yazıda, Grigory Petrov’ un Prof. Dr. S. A. Raçinski’nin ibretlik hayat hikâyesini konu edindiği ideal öğretmen adlı kitabından bazı notlar ve düşünceleri sizinle paylaşmak istedim.
Hayatın sıradanlaştığı ve sığ bir insan kitlesi ile karşı karşıya kaldığımız günümüzde, şikâyetlerimizin ana kaynağı tartışmasız herkes tararından kabul gören eğitimle ilişkilendirilmektedir. Böyle olunca da ister istemez, eğitimin en önemli aktörlerinden öğretmen gündeme gelmekte, hedef tahtası olmaktadır.
Bu yazıda, farklı yönleriyle, farklı bir coğrafyadan olsa da ideal öğretmen her yerde aynıdır düşüncesini doğrularcasına gerçek bir hayat hikâyesi konumuz. Öğretmenler odasındaki konuşmalardan oldukça rahatsız olurum, oldum olası. Sebebine gelince; okul açıldığında seminerlerin gereksizliği, tatil anıları, ödenekler gibi lüzumsuz bir sürü lakırdı… İlerleyen sürelerde ise çocukların ne kadar aptal olduğu, hiçbir şey anlamadıkları, ailelerinden hiç mi bir şey görmedikleri, öğrenmek istemedikleri… Sene sonunda ise tatilde nereye gideceğiz, çok yorulduk, ama bu çocuklar bir işe yaramaz, yazık emeklerime…
Görüleceği üzere geleceğimiz olan çocuklarımızın daha iyi eğitimi için, manevi ve maddi kalkınmaya ilişkin fikir üretme, kaygı duyma gibi konularda üzülerek ifade edeyim ki kayda değer bir üretim yapılamıyor. Sanki biz öğretmenler bu konunun dışında kalmışız da bizi hiç ilgilendirmiyormuş gibi. Oysaki bu konuda en fazla söz söylemesi gereken biz eğitimcileriz. Bunun için de idealist olmak, okumak ve en önemlisi yaşamak gerek. ‘Gül yetiştirmek için toprak olmak gerek’.
Durum o kadar da umutsuz değildir aslında. Kitabın içerisine girdiğimizde, bizim aydınlarımızın Rus aydınlardan daha iyi olduğunu görüyoruz. Hiç olmazsa bildikleri doğruları halka götürmeyi bir görev biçmiş kendine. Yeterli araştırma yapmayı düşünmese de, bazen zorla olsa da. Bunu yapar- ken, eğitimin hedefi soyut bir anlayışla yükseklerde gösterilirken, asıl eğitilmesi gereken halkın içindeki insanların unutulması yanlışlığı vurgulanmış. Henüz yeterince farkına varamadığımız ilköğretim öğretmenlerinin üniversite hocasından daha donanımlı olması gereği, gerçeği gözler önüne serilmiş, güzel bir şekilde. ‘Eğer çocuk keşfedilmesi gereken bir hazine ise, olabildiğince erken keşfedilmeli. Onları eğitirken yapılacak bir hata çocukların ahlakı, kişilikleri üzerinde olumsuz etkilere yol açar. Bazen hatanın tespiti uzun seneler alır ve buna bağlı olarak da telafisi çok güç çoğunlukla da imkansızdır. Ki bunun için en iyi donanıma sahip olması gereken ilköğretim öğretmenleridir’.
Geçmişle olan ilişkileri çok düzeyli bir şekilde tanımladığını düşünüyorum. ‘Erdemi arayanlar için, geçmişin ödevlerini yapmak gerek yerli yerince, geçmişin hatalarından da kurtulmak gerek hemence’. Tıpkı bir Kızılderili atasözündeki gibi: ‘ Kirli su da işe yarar, ama temiz suyu bulduğunda kirli suyu hemen at.’
‘Ülkemizde okul sayısı çok azdır. Var olanda da iyi öğretmen yoktur. Bu okullarda çocuklar öğrendiklerini papağan gibi ezberleyerek öğrenmişlerdir. Okullarda çocuklara doğru dürüst bir eğitim vermiyorlar., HAYATI ANLAMANIN METODUNU öğretmiyorlar. İnsanların ruhlarında gizlenmiş olan duyguları uyandırmıyorlar. Milyonlarca insanımızın beyinleri işlenmemiş çorak topraklar gibi duruyor, hiçbir meyve vermiyor.’
‘Topraklarımızın zengin olduğundan hiçbir kimsenin şüphesi yok! Fakat üzerinde yaşayan insanlar çok fakir durumdalar. Bu insanlar çok az şey üretiyor. Kendilerine gerekli olanların büyük kısmını yabancılardan satın alıyorlar ve çok pahalı. İthal edilen çatal kaşık olmasa neredeyse soframızda yemek bile yiyemeyeceğiz. Ama biz gene yersiz ve abartılı övünmelere devam ediyoruz: bizim ülkemiz, dünyanın en zengin ülkelerinden biridir diyoruz. Yüz milyonluk bir ulusu oluşturan insanlar, yeni doğmuş köpek yavruları gibi gözlerinin açılmasını bekliyor. Bütün millet hâla kördür. Kör doğan köpek yavrularının gözleri bile 1–2 hafta sonra açılır. Rus milletinin gözü yüz, beş yüz hatta bin yıldan beri açılmamıştır. Bu gerçeği düşünmek bile insanın içine ürperti veriyor’. ‘Yaratılış itibarıyla akıllı, iyi yürekli ve asil karakterli olan bu yüz milyondan fazla halk, bu haliyle kendi vatanında öksüz gibidir.’ ‘Köylülerimiz zamanlarını ilkel bir hayat yaşayan insanlar gibi, bir takım dedikodularla, birbirlerini çekiştiriyor, kavga ediyor. Aptalcasına içki içiyorlar, kısacası büyük bir hızla ahlaki çöküş yaşıyorlar. İspirtonun içine bir kıvılcım düştü mü, bilirsiniz hemen tutuşur. İşte alkol bağımlısı bir beynin, bir kalbin içinde de kötülüğün ateşini tutuşturmak bu kadar kolay olmaktadır. İşte buna alkol hastalığı diyoruz. Alkol, (Zehire dönüştürme) için harcanan paralar insanların açlığını gidermek için harcansa dünyada aç insan kalmazdı. Böyle olmakla beraber toprağın içindeki zengin madenler gibi dünyamızın manevi zenginlikleri de halkın içinde gizlidir.
‘Yabancı uluslar, kendi ülkeleri içinde yetişen çiçekleri, atları, öküzleri ve koyunları terbiye ediyor…’ ‘Biz ise ne yapıyoruz? Bırakın hayvanları terbiye etmeyi, insanları eğitmenin yollarını bile düşünmüyoruz.’
‘Eğitim yılları az ve eğitimi kalitesiz olan küçük okullar, bir kibrit çöpü alevine benzer, ışığı birkaç saniye sürer. Yanınca etrafını ancak birkaç metre aydınlatabilir. ‘Biz bu insanlara ne veriyoruz, hiç milletimizi düşünüyor muyuz? Bizim suçumuz halkın suçunun çok üstündedir. Belki on kat daha fazladır. Bir defa şuna bakınız; Biz her nasılsa özel bir eğitim gördük. Bunun sayesinde bir takım haklara da sahip olduk. Büyük makamlarla memuriyete geçtik. Ondan sonra ne yaptık? Ne yapacağız, uyuduk, sadece uyuduk. Eğitim öğretim gören insanların her biri, örneğin doktor, hâkim, subay, mühendis, avukat, memur, öğretmen… Halka ışık saçan birer fener olmalıydı. Her bir fener de ister bir sokağa, ister bir meydanlığa ya da kasabanın dışına konulmuş olsun, mutlaka bulunduğu yeri aydınlatmalıydı. Böyle olmalıydı, ama olmadı.’ Ne kadar yakın hissediliyor olmalı.
Bu gizli manevi zenginlikleri açığa çıkarmak gerek.
Bunun için köye dönmeye karar verir kahramanımız, tüm ısrarlara rağmen. Hatta siz transatlantiksiniz büyük okyanuslarda bulunmanız gerekir dendiğinde ise “halkımızın cehaleti de koca bir okyanus gibidir; der ve köyüne döner. Milletin kafasındaki karanlığı yırtabilmek için ise deniz feneri kadar ışık saçan projektörler gereklidir. Bunun için büyük bir eğitim öğretim meşalesini tutuşturmaya gidiyorum” diyerek inandığını hayata geçirir. Ve sonuç da alır. Dünya çapında bilim adamları yetiştirir: Kimyacı, Bogdanof Zabolonti, Ressam Bogdanof Bielski Tatevolular diye bilinen köylü çocuklardan sadece ikisi. ‘Bir insan gerçek manasıyla canlı bir mum gibi değil midir? Eğer bu mum yanmazsa, etrafını aydınlatmazsa, insan hayatının kıymeti nedir?’
Şöyle söylemek mümkün; Eğer yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, çalışmak isteseler ve gerçekten çalışmaya başlasalar, dünyamız bir cennet olurdu.
‘Eğer siz okuyup güzel bir şekilde yetişmek ve bir gün madeninizi temizleyip işlemek istiyorsanız, akıllı, güçlü, kalbi sevgiyle dolu iyi birer insan olmalısınız.
KAYNAK: İdeal Öğretmen Yazarı: Grıgory Petrov Zafer Yayınları 2005