Mustafa AYDIN

İDEAL ÖĞRETMEN

Öğretmen hakkında bugüne kadar çok şey söylendi,  yazıldı bundan böyle de çok şey söylenecek,  söylenmeli de. Sizinle paylaşmak istediğim, doğrusu  çok etkilendiğim ilginç bir hayat hikâyesi, bir öğretmen,  bir ideal öğretmen. 

Bu yazıda, Grigory Petrov’ un Prof. Dr. S. A.  Raçinski’nin ibretlik hayat hikâyesini konu edindiği  ideal öğretmen adlı kitabından bazı notlar ve düşünceleri  sizinle paylaşmak istedim. 

Hayatın sıradanlaştığı ve sığ bir insan kitlesi ile  karşı karşıya kaldığımız günümüzde, şikâyetlerimizin  ana kaynağı tartışmasız herkes tararından kabul gören  eğitimle ilişkilendirilmektedir. Böyle olunca da ister  istemez, eğitimin en önemli aktörlerinden öğretmen  gündeme gelmekte, hedef tahtası olmaktadır. 

Bu yazıda, farklı yönleriyle, farklı bir coğrafyadan  olsa da ideal öğretmen her yerde aynıdır düşüncesini  doğrularcasına gerçek bir hayat hikâyesi konumuz.  Öğretmenler odasındaki konuşmalardan oldukça  rahatsız olurum, oldum olası. Sebebine gelince; okul  açıldığında seminerlerin gereksizliği, tatil anıları,  ödenekler gibi lüzumsuz bir sürü lakırdı… İlerleyen  sürelerde ise çocukların ne kadar aptal olduğu, hiçbir  şey anlamadıkları, ailelerinden hiç mi bir şey görmedikleri,  öğrenmek istemedikleri… Sene sonunda  ise tatilde nereye gideceğiz, çok yorulduk, ama bu  çocuklar bir işe yaramaz, yazık emeklerime… 

Görüleceği üzere geleceğimiz olan çocuklarımızın  daha iyi eğitimi için, manevi ve maddi kalkınmaya  ilişkin fikir üretme, kaygı duyma gibi konularda  üzülerek ifade edeyim ki kayda değer bir üretim yapılamıyor.  Sanki biz öğretmenler bu konunun dışında  kalmışız da bizi hiç ilgilendirmiyormuş gibi. Oysaki  bu konuda en fazla söz söylemesi gereken biz  eğitimcileriz. Bunun için de idealist olmak, okumak  ve en önemlisi yaşamak gerek. ‘Gül yetiştirmek için  toprak olmak gerek’. 

Durum o kadar da umutsuz değildir  aslında.  Kitabın içerisine girdiğimizde, bizim aydınlarımızın  Rus aydınlardan daha iyi olduğunu görüyoruz.  Hiç olmazsa bildikleri doğruları halka götürmeyi bir  görev biçmiş kendine. Yeterli araştırma yapmayı  düşünmese de, bazen zorla olsa da. Bunu yapar-    ken, eğitimin hedefi soyut bir anlayışla yükseklerde  gösterilirken, asıl eğitilmesi gereken halkın içindeki  insanların unutulması yanlışlığı vurgulanmış. Henüz  yeterince farkına varamadığımız ilköğretim öğretmenlerinin  üniversite hocasından daha donanımlı  olması gereği, gerçeği gözler önüne serilmiş, güzel  bir şekilde. ‘Eğer çocuk keşfedilmesi gereken bir hazine  ise, olabildiğince erken keşfedilmeli. Onları eğitirken  yapılacak bir hata çocukların ahlakı, kişilikleri  üzerinde olumsuz etkilere yol açar. Bazen hatanın  tespiti uzun seneler alır ve buna bağlı olarak da telafisi  çok güç çoğunlukla da imkansızdır. Ki bunun  için en iyi donanıma sahip olması gereken ilköğretim  öğretmenleridir’. 

Geçmişle olan ilişkileri çok düzeyli bir şekilde  tanımladığını düşünüyorum. ‘Erdemi arayanlar için,  geçmişin ödevlerini yapmak gerek yerli yerince,  geçmişin hatalarından da kurtulmak gerek hemence’.  Tıpkı bir Kızılderili atasözündeki gibi: ‘ Kirli su  da işe yarar, ama temiz suyu bulduğunda kirli suyu  hemen at.’ 

‘Ülkemizde okul sayısı çok azdır. Var olanda da  iyi öğretmen yoktur. Bu okullarda çocuklar öğrendiklerini  papağan gibi ezberleyerek öğrenmişlerdir.  Okullarda çocuklara doğru dürüst bir eğitim vermiyorlar.,  HAYATI ANLAMANIN METODUNU öğretmiyorlar.  İnsanların ruhlarında gizlenmiş olan duyguları  uyandırmıyorlar. Milyonlarca insanımızın beyinleri  işlenmemiş çorak topraklar gibi duruyor, hiçbir meyve  vermiyor.’ 

‘Topraklarımızın zengin olduğundan hiçbir kimsenin  şüphesi yok! Fakat üzerinde yaşayan insanlar  çok fakir durumdalar. Bu insanlar çok az şey üretiyor.  Kendilerine gerekli olanların büyük kısmını yabancılardan  satın alıyorlar ve çok pahalı. İthal edilen çatal  kaşık olmasa neredeyse soframızda yemek bile yiyemeyeceğiz.  Ama biz gene yersiz ve abartılı övünmelere  devam ediyoruz: bizim ülkemiz, dünyanın en  zengin ülkelerinden biridir diyoruz. Yüz milyonluk bir  ulusu oluşturan insanlar, yeni doğmuş köpek yavruları  gibi gözlerinin açılmasını bekliyor. Bütün millet  hâla kördür. Kör doğan köpek yavrularının gözleri  bile 1–2 hafta sonra açılır. Rus milletinin gözü yüz,  beş yüz hatta bin yıldan beri açılmamıştır. Bu gerçeği  düşünmek bile insanın içine ürperti veriyor’. ‘Yaratılış  itibarıyla akıllı, iyi yürekli ve asil karakterli olan  bu yüz milyondan fazla halk, bu haliyle kendi vatanında  öksüz gibidir.’ ‘Köylülerimiz zamanlarını ilkel  bir hayat yaşayan insanlar gibi, bir takım dedikodularla,  birbirlerini çekiştiriyor, kavga ediyor. Aptalcasına  içki içiyorlar, kısacası büyük bir hızla ahlaki çöküş  yaşıyorlar. İspirtonun içine bir kıvılcım düştü mü, bilirsiniz  hemen tutuşur. İşte alkol bağımlısı bir beynin,  bir kalbin içinde de kötülüğün ateşini tutuşturmak  bu kadar kolay olmaktadır. İşte buna alkol hastalığı  diyoruz. Alkol, (Zehire dönüştürme) için harcanan  paralar insanların açlığını gidermek için harcansa  dünyada aç insan kalmazdı. Böyle olmakla beraber  toprağın içindeki zengin madenler gibi dünyamızın  manevi zenginlikleri de halkın içinde gizlidir. 

‘Yabancı uluslar, kendi ülkeleri içinde yetişen çiçekleri,  atları, öküzleri ve koyunları terbiye ediyor…’  ‘Biz ise ne yapıyoruz? Bırakın hayvanları terbiye  etmeyi, insanları eğitmenin yollarını bile düşünmüyoruz.’ 

‘Eğitim yılları az ve eğitimi kalitesiz olan küçük  okullar, bir kibrit çöpü alevine benzer, ışığı birkaç  saniye sürer. Yanınca etrafını ancak birkaç metre  aydınlatabilir. ‘Biz bu insanlara ne veriyoruz, hiç milletimizi  düşünüyor muyuz? Bizim suçumuz halkın  suçunun çok üstündedir. Belki on kat daha fazladır.  Bir defa şuna bakınız; Biz her nasılsa özel bir eğitim  gördük. Bunun sayesinde bir takım haklara da  sahip olduk. Büyük makamlarla memuriyete geçtik.  Ondan sonra ne yaptık? Ne yapacağız, uyuduk, sadece  uyuduk. Eğitim öğretim gören insanların her  biri, örneğin doktor, hâkim, subay, mühendis, avukat,  memur, öğretmen… Halka ışık saçan birer fener  olmalıydı. Her bir fener de ister bir sokağa, ister bir  meydanlığa ya da kasabanın dışına konulmuş olsun,  mutlaka bulunduğu yeri aydınlatmalıydı. Böyle  olmalıydı, ama olmadı.’ Ne kadar yakın hissediliyor  olmalı. 

Bu gizli manevi zenginlikleri açığa  çıkarmak gerek. 

Bunun için köye dönmeye karar verir kahramanımız,  tüm ısrarlara rağmen. Hatta siz transatlantiksiniz  büyük okyanuslarda bulunmanız gerekir dendiğinde  ise “halkımızın cehaleti de koca bir okyanus  gibidir; der ve köyüne döner. Milletin kafasındaki  karanlığı yırtabilmek için ise deniz feneri kadar ışık  saçan projektörler gereklidir. Bunun için büyük bir  eğitim öğretim meşalesini tutuşturmaya gidiyorum”  diyerek inandığını hayata geçirir. Ve sonuç da alır.  Dünya çapında bilim adamları yetiştirir: Kimyacı,  Bogdanof Zabolonti, Ressam Bogdanof Bielski Tatevolular  diye bilinen köylü çocuklardan sadece ikisi.  ‘Bir insan gerçek manasıyla canlı bir mum gibi değil  midir? Eğer bu mum yanmazsa, etrafını aydınlatmazsa,  insan hayatının kıymeti nedir?’ 

Şöyle söylemek mümkün; Eğer yeryüzünde  yaşayan bütün insanlar, çalışmak isteseler ve gerçekten  çalışmaya başlasalar, dünyamız bir cennet  olurdu. 

‘Eğer siz okuyup güzel bir şekilde yetişmek ve  bir gün madeninizi temizleyip işlemek istiyorsanız,  akıllı, güçlü, kalbi sevgiyle dolu iyi birer insan olmalısınız. 

KAYNAK: İdeal Öğretmen Yazarı: Grıgory Petrov  Zafer Yayınları 2005   

5 1 Oy
Yıldız
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Düşüncelerinize önem veriyoruz. Lütfen yorum yapın.x
()
x

Mustafa AYDIN