Yemek yemeğe bile zaman ayırmayan insanlara kitap okutmak için zamanı nazari dikkate alarak küçük hacimli kitap, ilgi çekici
kitap, popüler kitap çözüm müdür?
Bana kalırsa; ona asıl ihtiyacını hissettirmek için bir şeyler yapılması gereği üzerinde düşünmek gerek. Batılı okuyor, hatta tuvalette bile diyerek örnek verip okumayı teşvik etmeye çalışmak yerine: “Bu kitap tuvalette okumak için değildir.” İbaresi bir kılavuz olabilir.
İstatistikî bilgilerde batı insanı çok okuyor. Sonuçta ne elde edildiğine, verime bakılması gerekir. Materyalist, dünyacı bir yapı ve mutsuz insanlar. Okuduğu oranda faydalanıyor mu, sorusu hatırdan çıkarılmadan değerlendirilmeli. ‘Okumaktan mani ne – kişi kendin bilmektir.’ Sırrından uzak bir yığın lüzumsuz bilginin peşinden koşturulan kalabalıklar.
Okumanın fayda için yapılacağı- yapılması gereği- anlaşılabilmeli, anlatılabilmeli. Faydasız ilmin gereksizliği, hatta zaman kaybı ile birlikte bir hayat kaybına yol açabileceğine dikkat çekilmeli. Evet, okumayı sorgulamalıyız. Okumak ama neyi… Abur cubur okumak… Mide fesadına uğrayan insan gibi olmak yerine, nitelikli okuyucular için çareler üretmeliyiz. Mide fesadına çare üretilebilirken abur cubur okumayla fesada uğrayan akıl nasıl düzeltilir? Sorusuna cevap-çare bulmak pek kolay değildir. Nitelikli okumalar yaparak ve ehli ile hemhal olarak ancak çare bulunabilir.
Kitap, zamanı heder etmeye yarayan bir çerez olmaktan kurtarılmalı.
Bir tarafta tuvalette okunabilen bir sığlıkta, insanı fosseptik suyuna mahkûm bir anlayış var. Diğer tarafta insanı, eşrefi mahlûk sırrında ilk emir oku makamında bir abide; zübde-i kâinat. İnsanları bu ayırımın sahilinde yeni bir dalga ile ilmin sonsuz okyanusuna sürükleyebilecek bu dalganın mühendisleri olmaya aday-görüş ve anlayışı…
Okumak, hemencecik hayata şekil vermenin erdem olduğu anlayışı… Ya da kitap yüklü merkep lüksü, tercih bizlere aittir. İşte biz, yeni bir söylem, yeni bir eylem ve yeni bir yöntemle bunu başarmaya memur, mütefekkirleri doğuracak eylemin toprak anası olmalıyız.
Öyle ise insan nedir, nereden geldi, nereye gidiyor? İnsanın mahiyetini hatırlatarak ve veya kavrayarak midenin ihtiyacı yanında düşünce açlığını hissettirecek yaklaşımlar gösterilmesi gerekir. Oku merkezli medeniyetin müntesipleri olarak bizler ‘Beyin Acıkması’ problemlerimize ‘Oku’ emri çerçevesinde muhataplığımızı kuşanarak çare bulabiliriz.
Düşünmeye acıkınca ne yaparız, sorusu daima yanımızda olmalı. Ya da şöyle sorabilmeliyiz bazen: Midemiz acıkınca yemek tamam ama beynimiz acıkınca… Düşünce açlığını hissettirecek ve onu gidermenin önemi üzerinde durularak kitap okumalı-yazılmalı.
Yeni bir dünyanın kuruluşu ile mutlu bir insanlığın meydana gelmesi yönünde kitap eksenli bir yaşam, hayatımıza yeni bir anlam katmalı.
Sahi, beyin acıkınca ne yer?
Eğer kitap hayatımıza bir anlam ve değer katamıyorsa, okumak anlamsızdır. Okuyan ile okumayanı ayırt etmemize yaramıyorsa okuduklarımız, okuduklarımızın anlamı yitiktir.
Haydi, ben de acıktım artık. Bu şuurla kitabı hayatımıza katık edip, sonsuzluk suyunu içmeye ne dersiniz?